Arama: Yorgo Temelis / Tırmanış: Nikos Kazancakis

Görsel Emrah Önal’a aittir.

 

 

ARAMA

Ayak seslerimiz duyulmayacak o karşılaşmada…

Ruhlarımızı kaybetmişiz de

(Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde)

Onları arıyoruz sanki…

Sanki sokaktan eve dönüp ışıkları yakmış

Konuşuyoruz, eskiden olduğu gibi — dolaşarak

Ya da bir gürültüye kulak vermek için durarak.

 

(Küçük gürültüleriz biz, gürültü ederiz,

Küçük kanatlarız biz, havaya çarparız…)

 

Birbirimize dokunur sonra uzun zaman susarız

Yüz yüze eğilip birbirimizi tanımak için.

 

(Sonu olmayan gizli bir ilişkidir tanışıklığımız…)

 

Uyku yavaş yavaş gelir ve sarar bizi.

 

Tanıdığımız yüzler, dokunduğumuz eşya,

Bir yüzden kalan izler, buluşmalar, yanıp sönen bakışlar,

Yüreklerimizde ışıldayan yeryüzü,

Girip çıplak ruhlarımıza bir bir onları paylaşırlar…

 

Bilmiyorum estirdiğimiz rüzgâr mı bu

Küçücük çığlıklarla doldurduğumuz

Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde

Şimdi bize yas tutan.

 

Bilmiyorum kar mı bu bizi örtmeye gelen…

 

(Nerede bulacaklar bizi sabah olunca, çanlar

çalmaya başladığı zaman?…)

 

Yorgo Temelis

Kaynakça:

Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi, (Çev. Cevat Çapan) ,Adam Yayınları,1982,s.68

 

 

TIRMANIŞ

Ne büyük mutluluk dağın kutsal yalnızlığına tırmanmak

tek başına, o temiz dağ havasında, ağzında bir defne dalı,

kanının topuklarında hızla dizlerine, beline yükseldiğini,

oradan boğazına ulaşıp bir ırmak gibi yayılmasını

ve aklının köklerini yıkamasını duymak!

“Sağa gideyim,” “Sola gideyim,” demeyi düşünmeden

aklının yol kavşağında dört rüzgârı birden estirmek,

ve tırmandıkça her yerde Tanrı’nın soluduğunu,

yanıbaşında güldüğünü, yürüdüğünü,

çalı çırpıyı ve taşları tekmelediğini izlemek;

dönmek ve şafakta orman tavuğu arayan bir avcı gibi

dağın tüm yamaçlarında kuş sesleri yankılansa bile

ne bir canlıya, ne de bir kuş kanadına rastlamak havada.

Ne büyük mutluluk toprağın bir bayrak gibi dalgalanması sabahın sisinde,

ve ruhun bir atın sırtında kılıçtan keskin, başın

ele geçirilmez bir kale, güneşle ay birer muska

altın ve gümüşten, göğsünden sarkan!

Ardına düşmek o yükseklerde uçan kuşun, geride bırakmak

tasalarını, hayatın hırgürünü ve mutluluk denen o vefasız yosmayı;

veda etmek erdemli yaşamaya ve uyuşturan sevdaya,

geride bırakmak kurtların kemirdiği küflü dünyayı

genç kobralar nasıl dökerlerse dikenlere incecik

derilerini.

Alıklar meyhanelerde güler, kızların rengi solar,

kadife külahlarını sallar mal sahipleri gözdağı

verircesine

ve senin kırmızı elmalarını kıskanırlar, ey ruh,

ama uçurumdan korkarlar,

oysa sen bir aşk türküsü tutturur, dimdik yürürsün

yalnızlığa doğru bir güvey gibi elinde yüzgörümlükleri.

Ey yalnız insan, bilirsin Tanrı sürülere karışmaz,

ıssız çöl yollarını yeğler, gölgesi bile düşmez

bastığı yere,

sen ki her türlü ustalığı edindin, ey insanların en

kurnazı,

artık ne Tanrı’nın, ne de insanın ayak izleri döndürür

seni yolundan;

sen bilirsin orman cinlerinin yemek yediği orman köşelerini,

bağrındaki hayaletlerin su içtiği kuyuları bilirsin;

bütün silahlar aklındadır senin, avlamak elindedir dilediğini:

pusu kurup, büyülerle, tazılarla, uçan oklarla.

Şafakta tırmanıp gün aydınlanırken yürüdüğün gün,

iki avucun da karıncalanmıştı, kurnaz gözlerin ışımış,

şimşek gibi çakmıştı bakışların çalılıklarda

bu insansız dünyanın tanrısı renk renk tüylü o vahşi kuşu

ürkütmek için.

Dağlarda serin saatler boyunlarında çanlar

kayalıklarda sıçrayan çevik oğlaklar gibi geçti;

güneş göğün ortasında durdu, gün kurtuldu boyunduruğundan

ve yavaş yavaş mavi serin bir sis içinde alacakaranlık çöktü.

 

(Odisseia: Çağdaş bir Ek’ten)

Nikos Kazancakis

Kaynakça: Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi, (Çev. Cevat Çapan) ,Adam Yayınları,1982,s.39-40

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

dipnotsanat sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et