Murathan Mungan / Yalnız Bir Opera

Görsel Sanatçı Asan Akın’a aittir.

 

Yalnız Bir Opera

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda

yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim

oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim

Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

 

İmrendiğin, öfkelendiğin

Kızdığın ya da kıskandığın diyelim

yani yaşamışlık sandığın

Geçmişim

dile dökülmeyenin tenhalığında

Kaçırılan bakışlarda

gündeliğin başıboş ayrıntılarında

Zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.

Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun ,Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren ,büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.

Ve hala bilmiyordun sevgilim

Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana

Bütün kazananlar gibi

Terk ettin

 

Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.

Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

Yüzündeki küskün kedere, gür kirpiklerinin altından

kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine

çerçevesine sığmayan

munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine

Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

 

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.

Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha  .Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? “Eylül’de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen” notunu buldum kapımda. Altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04’tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını

Takvim tutmazlığını

Aramızda bir düşman gibi duran zamanı

Daha o gün anlamalıydım

Benim sana erken

Senin bana geç kaldığını.

 

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.

Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.

Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.

Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız,  trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

 

Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.

Şimdi biz neyiz biliyor musun?

Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.

Birbirine uzanamayan

Boşlukta iki yalnız yıldız gibi

Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz

Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca

Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız

Ne kalacak bizden?

Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim

Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında

Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden

Bizden diyorum, ikimizden

Ne kalacak?

 

Şimdi biz neyiz biliyor musun?

Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi

Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek

Herşeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

 

Kış başlıyor sevgilim

Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor

Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan

Oysa yapacak ne çok şey vardı

Ve ne kadar az zaman

Kış başlıyor sevgilim

İyi bak kendine

Gözlerindeki usul şefkati

Teslim etme kimseye, hiçbir şeye

Upuzun bir kış başlıyor sevgilim

Ayrılığımızın kışı başlıyor

Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

 

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak…

Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır

çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır

İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun

para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar

Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz

çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığımız anlar, eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar

korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

dışarda hayat düşmandır size

İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz

Bir ayrılığın ilk günleridir daha

Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

 

Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup

kulak verdiğiniz saat tiktakları

Kaplar tekin olmayan göğümüzü

geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç

suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz

bakınıp dururken duvarlara

boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi

Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi

Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya

Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi

ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,

ve kazanmış görünürken derinliğimizi

Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde

bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar

O  tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi

hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

denemeseniz de, bilirsiniz

Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

 

Bana zamandan söz ediyorlar

Gelip size zamandan söz ederler

Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler.

Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,

öyle düşünürler.

Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.

Zaman

Alır sizden bunların yükünü

O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker .Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.

O boşluk doldu sanırsınız

Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

 

Gün gelir bir gün

Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide

O eski ağrı

Ansızın geri teper.

Dilerim geri teper.

Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.

 

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi

kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık

Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan

Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır

Ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

Günlerin dökümünü yap

Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini

Kim bilebilir ikimizden başka?

Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış

Bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği

Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün

emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya

şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor Orada

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

Bunlar da bir işe yaramadıysa

Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

 

Bu şiire başladığımda nerde,

şimdi nerdeyim?

solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden

İkindi yağmurlarını bekleyen

yaz sonu hüzünlerinden

gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim

geçti her çağın bitki örtüsünden

oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından

bakarken dünyaya

yangınlarla bayındır kentler gibiyim:

çiçek adlarını ezberlemekten geldim

eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların

unuttuklarını hatırlamaktan

uzun uzak yolları tarif etmekten

haydutluktan ve melankoliden

giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden

Duyarlığın gece mekteplerinden geldim

Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti

gençliğimin rüzgara verdiğim yılları

dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

 

Bu şiire başladığımda nerde,

şimdi nerdeyim?

yaram vardı, bir de sözcükler

sonra vaat edilmiş topraklar gibi

sayfalar ve günler

Işık istiyordu yalnızlığım

Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum

İlerledikçe…Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde

Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.

Karardı dizeler.

Aşk…Bitti. Soldu şiir.

 

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım

Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde

Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.

barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim

her adımda boynumdan bir fular düşüyordu

el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk

birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:

Eksiliyorduk

mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim

her otelde biraz eksilip, biraz artarak

yani çoğalarak

tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin

birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında

ağır ve acı tanıklıklardan

geçerek geldim. Terli ve kirliydim.

Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum

maskeler ve çiçekler biriktiriyordu

linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de…

korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları

ve açık hayatları seviyordu.

Buraya gelirken

Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim

atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri

ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi

çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için

panayır yerleri…panayır yerleri…

Ölü kelebekler…Ölü kelebekler…

sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye

acı çekecek yerlerimi yok etmeden

acıyla baş etmeyi öğrendim.

Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

İpek yollarında kuzey yıldızı

aşkın kuzey yıldızı

sanırsın durduğun yerde

ya da yol üstündedir

oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar

ölü yanardağlar, ölü yıldızlar

ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

 

aşkın bir yolu vardır

her yaşta başka türlü geçilen

aşkın bir yolu vardır

her yaşta biraz gecikilen

gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler

gözlerim

aşkın kuzey yıldızıdır bu

yazları daha iyi görülen

Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler

ilerlerim

zamanla anlarsın bu bir yanılsama

ölü şairlerin imgelerinden kalma

Sen de değilsin. O da değil

Kuzey yıldızı daha uzakta

yeniden yollara düşerler

düşerim

bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda

ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında

Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler

yaşamsa yerli yerinde

yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul

şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi

şimdi her şey yeniden

yüreğim, o eski aşk kalesi

Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden

 

Dönüp ardıma bakıyorum

Yoksun sen

Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

 

1986-87 ,İstanbul

  Kaynakça: Murathan Mungan,(2017),Yaz Geçer,Metis Yayınları,İstanbul,s.15-30

 

 

 

Bilardo Topları

Ayrıldığımız gündü.
Mutfaktaydık, buzdolabının yanında, kapısı açıktı, her şey bambaşka
görünüyordu yüzüne vuran o soğuk ışıkta
“Biliyor musun ” dedin. “Sen neye benziyorsun biliyor musun?”
Epeydir aradığın bir şeyi bulmuş olmanın hem sevinç, hem keder veren
gizli bir an için bulandırmıştı yüzündeki tedirginliği, kırgınlığı.
Sis ışığa çıkmıştı. Sonra yavaşça çevirip başını yüzüme baktın kuyuya düşmeye
benzeyen derin bir korkuyla.
“Neye?” dedim, yan yanayken yaşadığımız ayrılığın adını sorar
gibi, “Neye?”
“Bilardo toplarına.”
“Neden?” dedim.
“Yazgını hep başkalarının ıstakalarının insafına bırakıyorsun da
ondan…”
Bir uçurum gibi derinleşen sessizlik o an başlamıştı bile bizi
birbirimizden uzaklaştırmaya.
Beni terk etmeden önce yaptığın son konuşma oldu bu.
Sonra iki arkadaşım geldi, birinin omzunda ağladım, hangisiydi
şimdi hatırlamıyorum. Sonra birlikte başka bir kente gittik, anlarsın ayrılığın
ilk günlerinde o eve katlanamazdım, sonra ben başka aşklara, sonra başka
evlerin duvarlarına başka takvimler astım
Şimdi ne zaman birinden ayrılsam ıstakaların sesi patlıyor
kulaklarımda
ardından bilardo topları
dağılıyor dört bir yana
Seni hatırlıyorum o soğuk ışıkta bir daha
bir daha
bir daha

 

1991,Ocak 1992

Kaynakça: Murathan Mungan,(2017),Yaz Geçer,Metis Yayınları,İstanbul,s.31

 

 

 

Vazoda Tozlu Güller

yanılmayan iki el
kapandı birbirinin üzerine
gözleri sisli kır, ad kavmi
kırık mühürler
yılların derin kalıntısından
bağışlamasız bir duruş seçti kendine
sanki artık hiç bir şey kımıldatamaz
içinde küllenen o beyaz pişmanlığı
her şeyi sessizliğiyle bütünleyerek
geçiyor kullanmadığı günlerin içinden
başka  ellerin kurduğu bütün saatleri
bırakmış tozlu ayrıntıların zulmüne
akşamsefaları gibi dalgındı geçen yaz sonu
onu görmeye gittiğimde
benden öteye bakıyordu benden çoktan geçmiş bakışları
bir tek yağmurun sesiyle tanıdık
bir şeyler geçiyordu yüzünden bir ölünün anısı
kadar belirsiz bir aydınlık
nasıl birikmiş içinde bunca süzülmüş acı,
nasıl ulaşmış içindeki tedirgin erince
kopkoyu bir kötülüğe dönüşmüş onca hayal kırıklığı
kayıp kıtalar gibi baktık birbirimize.
Tamamen silinmiş aklımdan
eski fotoğraflarda buluştuğumuz yer
Oraya nereden gidilir şimdi?
Oysa karşımda oturuyor
O opal lambanın gölgesinde
iyi eğitilmiş kötülüğün bütün incelikleriyle
Bir de vazoda tozlu güller…

 

Haziran 1991,Ludwigshafen

Kaynakça: Murathan Mungan,(2017),Yaz Geçer,Metis Yayınları,İstanbul,s82

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

dipnotsanat sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et