Görsel Emrah Önal’a aittir.
ARAMA
Ayak seslerimiz duyulmayacak o karşılaşmada…
Ruhlarımızı kaybetmişiz de
(Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde)
Onları arıyoruz sanki…
Sanki sokaktan eve dönüp ışıkları yakmış
Konuşuyoruz, eskiden olduğu gibi — dolaşarak
Ya da bir gürültüye kulak vermek için durarak.
(Küçük gürültüleriz biz, gürültü ederiz,
Küçük kanatlarız biz, havaya çarparız…)
Birbirimize dokunur sonra uzun zaman susarız
Yüz yüze eğilip birbirimizi tanımak için.
(Sonu olmayan gizli bir ilişkidir tanışıklığımız…)
Uyku yavaş yavaş gelir ve sarar bizi.
Tanıdığımız yüzler, dokunduğumuz eşya,
Bir yüzden kalan izler, buluşmalar, yanıp sönen bakışlar,
Yüreklerimizde ışıldayan yeryüzü,
Girip çıplak ruhlarımıza bir bir onları paylaşırlar…
Bilmiyorum estirdiğimiz rüzgâr mı bu
Küçücük çığlıklarla doldurduğumuz
Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde
Şimdi bize yas tutan.
Bilmiyorum kar mı bu bizi örtmeye gelen…
(Nerede bulacaklar bizi sabah olunca, çanlar
çalmaya başladığı zaman?…)
Yorgo Temelis
Kaynakça:
Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi, (Çev. Cevat Çapan) ,Adam Yayınları,1982,s.68
TIRMANIŞ
Ne büyük mutluluk dağın kutsal yalnızlığına tırmanmak
tek başına, o temiz dağ havasında, ağzında bir defne dalı,
kanının topuklarında hızla dizlerine, beline yükseldiğini,
oradan boğazına ulaşıp bir ırmak gibi yayılmasını
ve aklının köklerini yıkamasını duymak!
“Sağa gideyim,” “Sola gideyim,” demeyi düşünmeden
aklının yol kavşağında dört rüzgârı birden estirmek,
ve tırmandıkça her yerde Tanrı’nın soluduğunu,
yanıbaşında güldüğünü, yürüdüğünü,
çalı çırpıyı ve taşları tekmelediğini izlemek;
dönmek ve şafakta orman tavuğu arayan bir avcı gibi
dağın tüm yamaçlarında kuş sesleri yankılansa bile
ne bir canlıya, ne de bir kuş kanadına rastlamak havada.
Ne büyük mutluluk toprağın bir bayrak gibi dalgalanması sabahın sisinde,
ve ruhun bir atın sırtında kılıçtan keskin, başın
ele geçirilmez bir kale, güneşle ay birer muska
altın ve gümüşten, göğsünden sarkan!
Ardına düşmek o yükseklerde uçan kuşun, geride bırakmak
tasalarını, hayatın hırgürünü ve mutluluk denen o vefasız yosmayı;
veda etmek erdemli yaşamaya ve uyuşturan sevdaya,
geride bırakmak kurtların kemirdiği küflü dünyayı
genç kobralar nasıl dökerlerse dikenlere incecik
derilerini.
Alıklar meyhanelerde güler, kızların rengi solar,
kadife külahlarını sallar mal sahipleri gözdağı
verircesine
ve senin kırmızı elmalarını kıskanırlar, ey ruh,
ama uçurumdan korkarlar,
oysa sen bir aşk türküsü tutturur, dimdik yürürsün
yalnızlığa doğru bir güvey gibi elinde yüzgörümlükleri.
Ey yalnız insan, bilirsin Tanrı sürülere karışmaz,
ıssız çöl yollarını yeğler, gölgesi bile düşmez
bastığı yere,
sen ki her türlü ustalığı edindin, ey insanların en
kurnazı,
artık ne Tanrı’nın, ne de insanın ayak izleri döndürür
seni yolundan;
sen bilirsin orman cinlerinin yemek yediği orman köşelerini,
bağrındaki hayaletlerin su içtiği kuyuları bilirsin;
bütün silahlar aklındadır senin, avlamak elindedir dilediğini:
pusu kurup, büyülerle, tazılarla, uçan oklarla.
Şafakta tırmanıp gün aydınlanırken yürüdüğün gün,
iki avucun da karıncalanmıştı, kurnaz gözlerin ışımış,
şimşek gibi çakmıştı bakışların çalılıklarda
bu insansız dünyanın tanrısı renk renk tüylü o vahşi kuşu
ürkütmek için.
Dağlarda serin saatler boyunlarında çanlar
kayalıklarda sıçrayan çevik oğlaklar gibi geçti;
güneş göğün ortasında durdu, gün kurtuldu boyunduruğundan
ve yavaş yavaş mavi serin bir sis içinde alacakaranlık çöktü.
(Odisseia: Çağdaş bir Ek’ten)
Kaynakça: Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi, (Çev. Cevat Çapan) ,Adam Yayınları,1982,s.39-40