Nazım Hikmet RAN / Benerci Kendini Niçin Öldürdü ?

Nazım Hikmet RAN / Benerci Kendini Niçin Öldürdü ?

Görsel Ekrem Kadak’a Aittir. “Anneler ve Çocuklar” 100*120 Saydam Yüzey Üstü Akrilik

 

Bir Genç Adama,Hakim Heraklit’e

Yıldızlara ve Aşka Dairdir.

 

Şehir
uzakta.
Genç adam
ayakta.
Akıyor şehirden geçen nehir
genç adamın ayakları dibinden.
Genç adam
piposunu çıkarıyor cebinden
aranıyor kibriti.
Bakıyor akar suya
düşünüyor Heraklit’i,
düşünüyor büyük hakîm Heraklit’i genç adam…
Kim bilir belki böyle bir akşam,
böyle bir akşam,
Heraklit alnını
yeşil gözlü zeytinliklerde akan
suya eğdi
ve dedi:
«— Her şey değişip akmada,
bu hâl beni hayran bırakmada..»

Heraklit, Heraklit; ne akıştır bu!.
ne akıştır ki bu, dalgalarında
dağlıdır alnı en mukaddes putun
kızgın demir damgasıyla sukutun.
Gebedir her sukut bir yükselişe.
Ne mümkün karşı koymak
bu köpürmüş gelişe..
Heraklit, Heraklit!.
akar suya kabil mi vurmak kilit?

Şehir
uzakta.
Genç adam
ayakta.
Akıyor şehirden geçen nehir
genç adamın ayakları dibinden.
Genç adam
kibritini çıkarıyor cebinden
yakıyor piposunu.
II

Dikine mustatil bir apartımanın
en üst katında
dört köşe bir oda.
Perdesiz pencereler.
Pencerelerin dışında yıldızlı geceler.
Genç adam
alnını dayamış cama.
Ben, romanın muharriri
diyorum ki genç adama:
— Delikanlım!.
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
Belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..

Delikanlım!.
Senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar
kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.

Delikanlım!.
Sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından
gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin.
İyi bak yıldızlara
onları göremezsin belki bir daha…

Delikanlım!.
Belki beni anladın,
belki anlamadın.
Kesiyorum sözümü.

İşte kapı açıldı
geldi beklenen kadın..
«— BEKLETTİM Mİ?»
«— ÇOK…
Ama zarar yok..»

Kadın
yakaladı genç adamı
elinden.
Genç adam
yakaladı kadını belinden.
Bir yumrukta kırdı camı.
Oturdular pencerenin içine.
Sarktı ayakları gecenin içine…
Işıklı bir deniz dibi gibi
başlarında, sağda, solda gece yanıyor.
Ayakları karanlık boşluklara sallanıyor..
Sallanıyor ayakları
sallanıyor ayakları…
……….. DUDAKLARI ……

Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım…
Mademki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeeev
sevebildiğin kadar…

 

 Nazım Hikmet,Benerci Kendini Niçin Öldürdü,Adam Yayınları,1987 İstanbul,S.9-13

 

Görsel Ekrem Kadak’a Aittir.”Yukarı Bak” 100*100 Saydam Yüzey Üstü Akrilik

 

SİMAVNE KADISI OĞLU
ŞEYH BEDRETTİN DESTANI

9.

Sıcaktı.
Sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
sıcak.

Sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
bulutlar boşanacak
boşanacaktı.
O, kımıldanmadan baktı,
kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orda en yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın:
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.

Sıcaktı.
Baktı Karaburun dağlarından O
baktı bu toprağın sonundaki ufka
çatarak kaşlarını :
Kırlarda çocuk başlarını
Kanlı gelincikler gibi koparıp
çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde
beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.

Bu gelen
Şehzade Murattı.
Hükmü hümâyun sâdır olmuştu ki Şehzade Muradın
ismine
Aydın eline varıp
Bedreddin halifesi mülhid Mustafanın başına ine.

Sıcaktı.
Bedreddin halifesi mülhid Mustafa baktı,
baktı köylü Mustafa.
Baktı korkmadan
kızmadan
gülmeden.
Baktı dimdik
dosdoğru.
Baktı O.
En yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın :
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.

Baktı.
Bedreddin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Oysaki onlar bu toprağı,
bu kayalardan bakanlar, onu,
üzümü, inciri, narı,
tüyleri baldan sarı,
sütleri baldan koyu davarları,
ince belli, aslan yeleli atlarıyla
duvarsız ve sınırsız
bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.

Sıcaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri baktılar ufka…

En yumuşak, en sert,
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın :
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.

Sıcaktı.
Bulutlar doluydular.
Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere.
Birden-
– bire
kayalardan dökülür
gökten yağar
yerden biter gibi,
bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına
çıktılar.
Dikişsiz ak libaslı
baş açık
yalnayak ve yalın kılıçtılar.

Mübalâğa cenk olundu.

Aydının Türk köylüleri,
Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tolgası tunç
saflar
pâre pâre edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı.

Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..

Yenildiler.

Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla.

Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zarurî neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, «hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,»
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları.

14.

Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.

Yağmur çiseliyor,
Serezin esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor.

 

Nazım Hikmet,Son Yüzyıl Büyük Şiir Antolojisi 1,Ataol Behramoğlu,Sosyal Yayınlar,1993,İstanbul,

S.127-131

 

blank

Görsel Ekrem Kadak’a Aittir.”Anadolu Günlükleri” 100*120 Saydam Yüzey Üstü Akrilik

 

ELLERİNİZE VE YALANA DAİR

 Bütün taşlar gibi vekarlı,

hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,

bütün yük hayvanları gibi battal,

ağır ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz.

Arılar gibi hünerli hafif, sütlü memeler gibi yüklü,

tabiat gibi cesur

ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizliyen

elleriniz.

 

Bu dünya öküzün boynuzunda değil,

bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.

Ve insanlar,

ah, benim insanlarım,

yalanla besliyorlar sizi, halbuki açsınız, etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.

Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden

doyasıya,

göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.

İnsanlar, ah, benim insanlarım,

hele Asyadakiler, Afrikadakiler,

Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik Adaları

ve benim memleketlilerim,

yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,

elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,

elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,

Avrupalım, Amerikalım benim,

uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,

ellerin gibi tez kandırılır,

kolay atlatılırsın…

 

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,

antenler yalan söylüyorsa,

yalan söylüyorsa rotatifler,

kitaplar yalan söylüyorsa,

duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,

beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,

dua yalan söylüyorsa,

ninni yalan söylüyorsa,

rüya yalan söylüyorsa,

meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,

yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,

ses yalan söylüyorsa,

söz yalan söylüyorsa,

ellerinizden başka herşey

herkes yalan söylüyorsa,

elleriniz balçık gibi itaatli,

elleriniz karanlık gibi kör,

elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,

elleriniz isyan etmesin diyedir.

Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız

bu ölümlü, bu yaşanası dünyada

bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

 

 

Nazım Hikmet,Son Yüzyıl Büyük Şiir Antolojisi 1,Ataol Behramoğlu,Sosyal Yayınlar,1993,İstanbul,

S.183-185

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

dipnotsanat sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin