Paul Gauguin: Post-Empreyonistlerin İlkelci Ressamı / Paul Gauguin: Primitive Painter of the Post-Impressionists

Tarihte Post-Empresyonist ressamlar diye bilinen ve bir grup oluşturmamakla birlikte ,Empresyonizm’in etkisini paylaşan  ve bu akımın kesin nesnelliğinden daha belirgin ve anlamlı  bir yere varmak isteyen sanatçılar, yirminci yüzyılın sanatı için hem kuramsal düzeyde hem de uygulamada birçok başlangıç noktaları sağladılar. Bunların arasında Gauguin açıkça en ilkelci olan sanatçıydı. Heyecan verici resim ve baskılarıyla ilginç yaşam öyküsü ilkelciliğin çekiciliğine ayrı bir dram öğesi katıyordu. Yapıtlarında deneysel betimleme yöntemleri yerine kavramsal yöntemler uygulayarak ,yirminci yüzyıl resim sanatında çığır açan Gauguin ,  Post-Empresyonist’lerin  en büyük üç sanatçısı, Van Gogh ve Cezanne arasında yer alır. Gauguin,7 Haziran 1848’te Paris’te doğdu. Babası Clovis , siyasi muhabir, annesi de ünlü kadın yazar Flora Tristan ‘ın kızıydı.1851 yılında Louis Napoleon ‘un yaptığı hükümet darbesi üzerine, cumhuriyetçi olduğu için ailesiyle birlikte Fransa’dan kaçmak zorunda kalan Clovis Gauguin yolda öldü. Karısı da iki çocuğuyla birlikte Lima’ya sığındı. Babasının Orleanslı bir gazeteci, annesininse Perulu olmasından ötürü Gauguin’’in çocukluğu Lima ve Orleans’ta geçmiştir. Gauguin on altı yaşında gizlice luzzitano adındaki şilebe girdi ve dünya denizlerinde tam altı yıl dolaştı.1865-71 arasında ticaret filosunda görev alan Gauguin,1871 de tekrar karaya ayak bastı. Bu defa bambaşka bir işe girdi.1871’de Paris’te bir borsa şirketine girmiş ve kısa sürede başarılı bir işadamı olmuştur. Çok geçmeden Mette Gad adında Danimarkalı bir kızla tanışıp evlendi. Yalnız Pazar günleri resim yapabiliyordu. Konuları daha çok manzara ile çocuk başları idi. Bu arada genç izlenimcilerle tanışarak onların sergisine de katıldı.1874’te izlenimci ressam C.Pissaro’ yla tanıştıktan sonra boş zamanlarında da  resim ve heykel yapmaya başlayan Gauguin’in  resimlerinde eleştirmenler  Pissaro’yu andıran taraflar buluyorlardı.

Resim 1-1880  Pau Gauguin,Ahşap Tankard ve Metal Sürahi,1880

1883’te bütün zamanını resme ayırmaya karar vermiş, ardından da işini, ailesini ve kentsoylu yaşantısını bırakarak 1886 ‘da Bretagne’ ya yerleşmiştir. Hayat daha ucuz olduğu için gittiği  Bretagne da daha yalın bir yaşama biçimi bulmak ve köylülerin eski boş inançlarıyla bağlar kurmak istemişti. Önce  Pont-Aven’de,daha sonra da le Pouldu’de çalışmıştı. Gauguin, Bretagne  döneminde daha önce yakınlık duyduğu İzlenimcilik ‘e ve Yeni-izlenimcilik’ e tepki duymaya, özellikle doğaya yaklaşımlarında ışık nitelikleri üstünde bu denli yoğunlaşmalarını sınırlayıcı, yapay ve düşünceyle duyguyu dışlar nitelikte bulmaya başlamış, giderek doğanın deneysel değil kavramsal yöntemlerle betimlenmesine inanmıştır.  Paul Gauguin başlangıç noktası olan Empresyonizm ona göre doğaya çok bağlı kalmıştı. Empresyonistler için şöyle diyordu: ”Onlar, düşüncede ki saklı anlamlara önem vermiyorlar. Sanat soyutlamadır. Doğadan resim yaparken hayal gücünüzün düşler dünyasına doğru uzaklaşmasına izin verin.”  Gauguin, figürlü resimlerinde insan varlığının evrensel görüntüsü olarak yorumlanabilecek bir anlamı, resim sanatına kazandırmaya çalışıyordu. Pont-Aven’ de Cloisonnisme  tekniğini geliştiren Bernard ‘la birlikte bulunması onu Bireşimcilik olarak adlandırdığı anlatım biçimine yöneltmiştir. Yer yer Japon baskılarının, ortaçağ Vitraylarının ve Erken Rönesans sanatının etkisini gösteren bu yeni akımda ,biçimler yalınlaştırılmış, koyu ve kalın çizgilerle sınırlandırılmış, düz ve katışıksız renkler kullanılmıştır. Bunlar hacmi, gölgesi ya da ufuk çizgisi olmayan, ama düz renk alanlarını sınırlayıcı dış çizgilerin ritmik gerilimine dayanan yanılsamasız komposizyonlardır.Örnek olarak 1888 tarihli “Vaazdan Sonraki Hayal” eseri gösterileblir. (Resim 2)

Resim 2- Paul Gauguin,Vaazdan Sonraki Hayal,1888

Gauguin ‘in bu yeni uslubu  Pont-Aven ’de ki bazı genç ressamların ilgisini çekmiş ve sanatçının çevresinde küçük bir izleyici grubu oluşmuştur .Gauguin ise Fransa’daki arkadaşlarından bazılarıyla, özelliklede Daniel de Monfreid ile yazışıyor ve onun aracılığı ile bazı yapıtlarını gönderiyordu. Zaman zamanda Monfreid  arkadaşına Fransa’ya dönmesini öneriyordu.  Gauguin’in ,Bretagne ‘da küçük bir yandaşlar çevresi ,Paris’e döndüklerinde  bunlardan bazıları Gauguin’i örnek alarak  anlatı yerine sezdirme, yanılsama yerine süsleyici öğeleri araştıran daha geniş bir çevre meydana getirdiler.

Gauguin, ilkelci(Primitif) bir grup kurduğu Bretagne ’da ve daha sonra Güney Denizlerinde, gerçekçi bir dışavuruma varmak amacıyla ,dünyanın ilk zamanlarına özgü ilkel deneyimleri arıyordu. Bu nedenle, ilkel sanata ve halk bilgisiyle derinlemesine ilgilendi ve o sıralarda geçerli olan Japon tahta oymacılığını inceledi. Resmin yanı sıra heykelde yapmış Gauguin, gerek Kuzey Dışavurumculuğu’nu  gerek soyut sanat kuramını önemli ölçüde etkileyen resim anlayışını şöyle anlatmıştır. ”Ben doğadan ya da insan yaşamından alınmış herhangi bir konuyu araç sayarak renk ve çizgi düzenleriyle kendimce ezgiler, senfoniler elde ediyorum. Bunlar herkesin anladığı anlamda bir gerçeğin görünüşü değildir. Doğrudan doğruya anlattıkları bir düşüncede yoktur ama müzik gibi bu düzenler de, düşünce ve görüntülerin yardımına dayanmaksızın, yalnız insan kafasıyla bazı renk ve çizgi düzenleri arasındaki gizli ilişkilerle kişiyi düşündürebilirler.”

1887 ‘de Panama Martinik Adaları ‘na bir gezi yapmış,1888 ‘deyse bir süre Van Gogh’un konuğu olarak Arles ‘ta kalmıştır. Gauguin ‘in Van Gogh ‘la Arles’ da geçirdiği ve ünlü kulak kesme hikayesiyle  sonuçlanan  günler işte bu sıralara başlar.”Arles’da  Roma Mezarlığı Sokağı (Les Alycamps),” (Resim 3)  yine bu çağın eseridir.Romantik etkiler sezilen resimde çok ölçülü  bir renk dizisi ile kuvvetli bir geometri göze çarpar.

Resim-3 Paul Gauguin, Arles’da Roma Mezarlar Sokağı (Les Alyscamps), 1888

Ancak parasal açıdan aynı derecede başarılı olmayan ve özlemini çektiği sessiz ve ilkel ortamı Bretagne’da  da bulamayan Gauguin,1891’de Avrupa’dan ayrılmaya karar vermiş, yapıtlarını bir açık artırmada satıp Danimarka’daki ailesiyle vedalaştıktan sonra Tahiti’ ye doğru yola çıkmıştır.8 Temmuz 1891 de  Papeete’ ye vardı. Ama bu şehri fazla medeni bulduğu için adanın iç bölgelerindeki Mataeia köyüne çekilerek  basit bir kulübede yaşayarak “İa Orana Maria”(Resim 4) ile “Arearea “(Resim 5)  eserlerini yaptı. Birinci resim Hristiyan yerlilerinin din inancını sembolize eden  bir konudur. Eğlence anlamına gelen “Arearea” da insanlarla hayvanların cennet misali bir çevrede barış içinde hep beraber yaşamalarını tasvir eder. Her iki tablodaki cüretli renkler, statik yapısı sayesinde ölçülü bir kompozisyon haline gelmektedir. Yine bu yıllarda yaptığı yerlilerin mistik korkusunu canlandıran “Manao Tupapaué”  (Resim 6)bu serinin örneklerindendir.  Tahiti de ki yaşantısını anlattığı” Noa Noa “adlı kitabında şöyle demiştir. ”Yapay ve geleneksel olan her şeyden kaçtım .Burada gerçeği kavrıyor, doğayla birleşiyorum. Uygarlık illetinden sonra bu yeni dünyadaki yaşam, sağlığa dönüş”

Resim 4 Paul Gauguin, Ia Orana Maria(Meryem’e Sesleniş),1891

Resim 5 Paul Gauguin,Arearea,1892

Resim 6 Paul Gauguin,Manao Tupapau(Ölülerin Ruhu Bizi Gözler),1892

Fransa’yı ve Batı uygarlığını terk edip ,güney denizinde yerliler arasında yaşamaya giden Gauguin,bu yerlilerle yaşadıkları çevreyi ve başka yerlerden edindiği uzak ülke izlenimlerini sanatında malzeme olarak kullanmıştı. Sanatı klasikçi anlayışa sıkı bağlarla bağlı olmasına rağmen, Batı sanatını reddettiğini ileri süren Gauguin klasik sanatın temeline, bu anlayışın kökündeki doğalcılığa ve sağduyuya saldırıyordu. Önce heyecan, sonra anlayış onun baş iletisydi: bu da kusursuz değil ,zengin anlatımlı çizim ,doğru renkler yerine ,heyecan verici renkler ve akılcı yoruma yer vermeyen sahneler anlamına geliyordu. Resimlerindeki biçimleri yassıltma eğiliminde olan Gauguin  bu konuda neo-klasikçi  bir ressam olan Ingres kadar ileri gitmiyordu; ama kaba tual üzerindeki parlak renkleri herhangi bir yere açılmış bir pencere değil ,özenle işlenmiş bir goblen etkisi yaratıyordu.  ”Tanrı bilginlerin ve mantıkçıların değil ,şairlerin ve düşlerin yanındadır” diyordu Gauguin.

Gauguin, sağlığının ve maddi durumunun bozulmasıyla bir süre sonra, 1893 yılında ister istemez tekrar Paris’e dönmek zorunda kaldı. Gauguin Paris’te Annah adında Javalı bir kızla tanıştı. ”Javalı Annah”(Resim 7) işte bu çağın eseridir. Sanatçı bu resminde nedense renkten yana oldukça hasis davranmış ,uçuk pembe, donuk mavi ve kirli sarıyla yetinmiştir. Ancak iki yıl sonra bir daha dönmemek üzere Avrupa’dan ayrılarak Tahiti’ye dönmüştür.

Resim 7 Paul Gauguin,Javalı Annah,1893

Gauguin ‘i ,Tahiti’ de hastalığı, para sıkıntısı, yerel yetkililerle anlaşmazlıkları ve en sevdiği çocuğu Aline’nin ölüm haberi  başarısız bir intihar girişimine kadar götürmüştür. Bu manevi işkence yıllarının en büyük sembolü ”Nereden Geldik ? Biz Neyiz ?Nereye Gidiyoruz?” adındaki dev kompozisyondur. (Resim 8) Gauguin’ in Güney Denizi adalarında yaptığı resimler Bretagne ‘da yaptıklarına   oranla renk ,boyut ve konu açısından daha çarpıcı olmakla birlikte, bu iki dönem uslubu arasında büyük bir ayrım yoktur. Yalnız bu son dönem resimlerinde Bretagne ‘li köylülerin yerini ilkel ada insanları almış, doğa, cennet gibi bir görünüm kazanmış, çizgiler sert ve köşeli niteliklerini yitirerek yumuşamış, Japon baskılarıyla halk sanatının etkileri de yerlerini, Hint,Mısır,Polinezya ve Rönesans öncesi sanatlarının etkilerine bırakmıştır.

Resim 8 Paul Gauguin,Nereden Geldik?Biz Neyiz?Nereye Gidiyoruz?,1897

Bu sıralarda “Le Sourire” adındaki dergide yerel sömürge idaresini eleştiren yazılar yazması sebebiyle Tahiti valisi derhal adayı terk etmesini istedi. Gauguin 1901’de Tahiti’ den ayrılarak Markiz Adalarına bağlı Atuanna’ ya yerleşti ve burada da sinirleri bozuk olan Gauguin misyoner rahiplerle ve köy jandarmalarıyla yerlilerin hakkını savunmak için kavga ediyordu. Bunun üzerine halkı isyana teşvik suçuyla tevfik edilerek üç ay hapis ve para cezasına çarptırıldı. Ölümünden kısa bir süre önce Gauguin  artık yurduna dönme zamanı geldiğine aklı yattığı zaman  bu kez de Monfreid buna karşı çıktı .Gauguin ‘in resimleri en sonunda ilgi görmeye başlamıştı ve bu ilginin sürmesi için Gauguin efsanesinin sürmesi gerekiyordu. Ününün artması Gauguin ‘nin yeni bir başlangıç yapmasını da zorunlu kılıyordu. Romancı Charles-Louis Philippe 1897’de bu durumu şu sözlerle dile getirdi: “Artık ılımlılık ve heveslilik çağı geçti. Bugün bize barbarlar gerek.”  Bu konuşma yapıldığı zaman Gauguin 8 mayıs 1903 de Markiz adalarında ölmüş, resimleri 1906’da Paris’in yıllık sergiler düzenleyen galerilerinden Salon d’Automne ‘da anısına düzenlenen bir sergiyle saygınlık kazanmıştı. Gauguin yeni çağın kahraman öncülerinden biri olarak görülmeye başlanmıştı.

 

Kaynakça

Nobert Lynton,(çev:Cevat Çapan,Sadi Öziş),(2015),Modern Sanatın Öyküsü, Remzi Kitap evi, İstanbul

Noami Morgalis Maurer,(1999),The Pursuit of Spiritual Wisdom: The Thought and Art of Vincent Van Gogh and Paul Gauguin,,Madison Teaneck,London

Sadun Altuna,(2019),Ünlü Ressamlar Hayatları ve Eserleri,Hayalperest yayınevi,İstanbul

Paul Gauguin,(çev.Sanem Işıl Aytuğ),(2019),Noa Noa,Afrika Yayınevi

Robert Goldwater,(2004),Gauguin(Master of Art),Harry N.Abrams,New York

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

dipnotsanat sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et