Paul Klee

1879 ‘da  Berne Yakınlarındaki München Buchsee’de doğdu.1940’ da Muralto ‘ da öldü. Müzisyen bir anne babanın çocuğu olan Klee, kendisi de müzik yeteneği olmasına karşın 1898 -1901 yılları arasında Münih Akademisinde öğrenim görerek ressam olmayı yeğlemiştir.1905’ de Paris’i ilk kez ziyaret etmiş,1906 da evlenip Münih’e yerleşmiştir. Bu dönemde sanatçı resimlerini cam üstüne yerleştirmiştir.1907 ‘de Felix adını verdiği bir oğlu olmuştur.1910 ‘ da Bern, Zürih ve Winterthur’ da 56 grafik çalışmasını sergilemiştir .Kendi çalışma hayatının ilk döneminde, son derecede tutarlı bir hazırlık programı uygulamıştı. Münih akademisinde modelle çalışmada büyük çizim ustalığı edinmişti. Bunu daha da geliştirdikten sonra, dilediği gibi çizdiğini hisseden Klee, taklide dayanmayan çizimi denedi. Betimlemeyi büsbütün bırakmadan, çizginin olanaklarıyla ruhsal bir durum yaratmanın ve düşsel durumları yansıtmanın yollarını araştırdı. Aynı zamanda ışıkla gölgenin önce çizimde, sonra da boyalı resimde nasıl kullanılacağını inceledi. Renge giderek daha çok önem verdi. Resmin özünün renk olduğunu hiç unutmuyordu. Bu  yüzden de renklerle ilgili bütün incelikleri bilmek istiyordu.

Günlüğüne 1910’ da şu sözleri yazmıştı. ”Bir gün suluboya kutumdaki renkleri kullanarak içimden doğma renkler çıkarmayı başarmak zorundayım” 20 yy . başında üç boyutlu gövdelerin boşluğa yerleştirilmesi ilkesine dayanan, Rönesans resim anlayışının sonunu haber verdiği gibi ,soyut sanata bir çeşit çağrı olarak yorumlanan çalışmaları arasında  ,1910 da mürekkepli kalem, kurşun kalem ve gravür çizme iğnesiyle ne yaptığını bilen Paul Klee’in günlüğüne şu devrimci buluşu yazdığını görüyoruz. ”Doğadan ve doğanın incelenmesinden daha önemli olan, insanın boya kutusunun içindekilere karşı benimsediği tutumdur.”

1911 yılında der Blaue Reiter grubuyla ilişki kurmuş ,1912’ de ikinci Blaue Reiter sergisine katılmış, ikinci kez Paris’e gitmiştir. Grubun çalışmaları Berlin’ deki Der Sturm Galerisinde sergilendi.  Blaue Reiter grubunun bir üyesi olduğu dönemlerde Klee, genellikle Ekspresyonist bir sanatçı sayılmıştır. Bauhaus ‘da çalıştığı yıllarda ise ondan bir Elemantarist olarak söz edilebilir. Sürrealistler de Klee’nin çalışmalarındaki içgüdüsel ve kendiliğinden ortaya çıkmış gibi görünen öğelere bakarak onu kendilerinden biri saymışlardı.1912 ‘de Paris’e yaptığı gezide Rousseau,Picasso ve Delaunay ‘ nın sanatını tanıyan Klee’nin ilgisini özelikle   ”yetkin bir biçimde düzenlenmiş tümüyle soyut yapıtlar” diye adlandırdığı Delaunay ‘ın resimleri çekmiş, ayrıca  kendi düşsel görüntülerinin benzerlerini bulduğu Ensor’un yapıtlarıyla da ilgilenmeye başlamıştır. Sanat hayatının başında dışavurumcu sanatçılarla birlikte olmuş , giderek kendi adıyla birlikte anılacak olan özgün bir üslup geliştirmiştir.

1914’ te Macke ve Moilliet ‘le birlikte Tunus’a gitti. Bu gezi ve Macke’nin arkadaşlığı sonucu yeni bir renksel duyarlılığa ulaştı. Aynı yıl içerisinde” Kırmızı ve Beyaz Kubbeler” (Resim 1) ile “Picasso’ya Saygı”(Resim2)  adlı eserleri  kazandığı renksel duyarlılığın örnekleridir. Sanatçının özgün üslubu bu yıllarda gelişmeye başlamıştır.  Paris’ te ki resim örnekleriyle daha yakın ilgisi olan bir soyutlamayı Paul Klee’nin “Picasso’ ya Saygı”(1914) adlı tablosunda görürüz.Resmin yumurtayı andıran biçimi , Picasso ve Braque ‘ u  anımsatmakla birlikte, öbür özellikleri bunun daha çok Delaunay’e saygı olduğu izlenimini verir. Kat kat boya sürülmüş bu resmin, başlangıçta Picasso’nun bazı özelliklerini taşıdığı söylenebilir. Klee daha sonra renk lekelerini yama işi gibi kullanarak, çoğu zaman rasgele ,bazen kesin geometrik biçimde ama her zaman sezgisel renk düzenlemesi gözeten resimler yapmıştır. Bunlar Klee’in çok sayıda ve değişik türlerde yaptığı resimlerin bir kesmini oluşturur.

Resim 1Kırmızı ve Beyaz Kuleler,1914

 

Resim 2Picasso’ya Saygı,yağlıboya,1914

1914’ te Kuzey Afrika’yı gezdiği zaman, bu renk duyarlılığını tümüyle özümsediğini hissetti. O sırada 35 yaşındaydı . Araya savaş girdiği için Klee,1918’ e kadar kendini bütün benliğiyle resme veremedi. Klee, I.Dünya savaşı sırasında Alman ordusuna katılmış, önce uçakların kanatlarını boyamakla görevlendirilmiştir.1917’de  Bavyera Havacılık Okulunda yazıcı olarak çalışmıştır.Macke ve Marc’ın cephede ölmelerinden çok etkilenen Klee savaşın bitmesiyle büyük bir hızla çalışmaya koyulmuştur. Stüdyosunda arkadaşlarıyla birlikte  müzik çalışmaları da yapan sanatçının Bach ve Mozart’a ilgisi, sanatında belirli düzenlemelere  neden olmuş, onu “ritmik devinim” olgusunu  görsel dile aktarma çabalarına yöneltmiştir. Ressamların en değişkeni olan Klee, yirmilerdeki yapıtlarının bazılarında kolayca anlaşılabilir sistemlerden yararlandı, bunların evrensel bir geçerliliği olduğu konusu üzerinde de fazla durmadı. Kendisi biçimlerin yorumundan çok, kökenleriyle ilgileniyordu. Ona göre sanatçının önünde araştırabilecek sonsuz olanak vardı.

Charles Rosen’in Schönberg’ le ilgili olarak söylediği şu sözler Klee’in en çok benimsediği resim tekniği içinde geçerliydi. ”Küçük biçimlerin sınırları değişik yollardan belirlenebilir. Bunların en yalını çekirdeksel motiftir. Bu motifin çeşitli değişimleri ve bileşimleri yeterince ortaya konduktan sonra, bunlar müziksel ve anlatımsal bir amaca ulaştıktan sonra ,parça tamamlanmış olur.”1920’de Gropıus tarafından Bauhaus’ a çağrılmış, ertesi yıl Bauhaus ‘un öğretim kadrosuna katılmıştır.1921-31 arasında  Weimar ve Dessau ‘ da ki  Bauhaus’ ta öğretmenlik yapan Klee ‘de bu gelişme  salt kendisinin  öğretmenlik mesleğine başlaması açısından değil, aynı zamanda sanatsal çalışmaların  belli bir düzene koyulması, giderek tüm modern sanatın temel ilkelerinin saptanması açısından da önemlidir. Klee’nin katılımıyla Bauhaus ‘ta Rönesans atölyelerini anımsatan enerjik bir sanat ortamı doğmuştur. Bu sürede “biçim üretimi” ve “resimsel biçimlere” e ilişkin kuramlarını geliştiren Klee, aynı zamanda “gelişim” ve “devinim” in tiplerini ve olası düzenlerini de incelemiş ve resmin temel öğeleri olan renk ile çizginin doğal niteliklerini ve sanatsal üretim çabası içindeki konumlarını belirleyerek kendi verimini de saptadığı ilkeler ışığında gerçekleştirmiştir.

1920 ‘ lerde  Kandindsky ile Klee’in uzun süre öğretmenlik yaptıkları Bauhaus  ‘un amacı akılcılık işlevsellik adına üslubtan kaçmaktı. Bunun sonucu temel biçim ve renklere önem veren, fakat hizmet etmeyi amaçladıkları endüstri tekniği ile pek ilgisi olmayan belli bir Bauhaus üslubuydu. Ancak bu biçim ve renkleri kullanan tasarımcıların rasgele hareket ettiklerini gösteren bir belirtide göze çarpmıyordu. Klee çalışmalarında, doğadaki yaratma sürecini titizlikle izler ve öğrencilerine de bunu yapmalarını salık verir. Ona göre, Evrensel-Oluşum içinde, sanatçının yaratma gücü, doğadaki yaratma sürecinin devamıydı.Klee, öğrencilerini bu etkinliğe sokmaya çalışır ve sanat eğitiminde yeni bir yöntem uygular. Geleneksel atölye çalışmalarında olduğu gibi modelden çalışılmıyordu Klee’in atölyesinde. Burada öğrenciler verilmiş bir biçimi tekrarlamıyor, biçim oluşturmayı öğreniyorlardı. Bu biçimlendirme “hiç” ten başlıyordu. Düz beyaz kağıt üzerinde, kalemin dokunmasıyla beliren renksiz nokta çıkış noktası oluyordu. Bu nokta, kalemi tutan elin enerjisiyle yüklüydü. Noktanın hareketinden çizgi, çizgiden düzey, düzeyden hacim oluşuyordu. Çizginin hareketine ton ve rengin katılmasıyla yeni biçimlendirme olanakları ortaya çıkıyordu. Klee’in yazılarında ve yayınlanan Bauhaus derslerinde bu öğelerin kullanılmasıyla oluşturulup ürettiği sayısız biçimler sürekli bir oluşturma etkinliğini karşımıza koyar.

Sanat etkinliği Empresyonistlerde göz duyarlılığına, Ekspresyonistlerde ve Fovlarda bilinçaltı güçlere, iç güdü ve coşkulara dayanıyordu. Klee, bu etkinliğin bilinç aydınlığında “bilimsel kesinlikle” yürütülen çözümleme ve bileşime dayanması gerektiği kanısındadır. Ama bu yolda Klee, öğrencilerine bir yere kadar kılavuzluk edebileceğini biliyordu. ”Yüksek düzeyde sanat” için bütün bu işlemlerin yetmeyeceğini söylüyordu.Sanat etkinliği, oluşturan düşünmeye dayanmalıydı. Ama bu etkinliğin yaratıcı olabilmesi için sezgi gerekti. Sezgi olmadı mı, aklın durduğu, gizli güçlerin işe karıştığı “en yüksek düzeydeki sanat” sanatçıya yabancı kalır. Düşünmeyi görselleştirme, olası-dünyaları tasarlama, yeni biçimler oluşturma hep sezginin işiydi. Akılla sezginin, bilinçle bilinçaltının, gerçekle düşün, oluşturma, buluş ve oyunun birbirine karıştığı yaratıcılığa, Klee yapıtlarıyla en güzel örnekleri veriyordu.  Görmek ve sezmek : Klee için hemen hemen hiçbir ayrım yoktu bu ikisi arasında .Yaratıcı İnanç başlıklı ilk açıklamasında  ”Sanatın işlevi görüneni yeniden üretmek değildir; sanat görünür kılar “diyordu.

Paul Klee, günlüğüne yazdığı ilk notlardan, yaptığı açıklamalara ve ders notlarına kadar birçok yerde, sanatın bir amaç değil, bir süreç olduğunu, Bauhaus ‘da ki öğrencilerine çizgilerin, biçim kalıplarının, renklerin, simgelerin, perspektifin ve benzeri öğelerin resimsel işlevleri üzerinde uzun uzun durup ve her zaman bunlarla doğal eylemler arasındaki ilişkinin önemini belirtmiştir. Bu süreç içinde gerçekleştirdiği, “ Sonbahar Elçisi”(Resim 3)  Klee ‘in 1920’lerdeki yapıtlarının daha soyut örneklerinden biridir. Değişik tonda ve az çok düzenli biçimde dizilmiş ince şeritlerin, her yön ve biçim değiştirişi bu resimde kolayca göze çarpar; bir gövde üstüne oturtulmuş turuncu renkli bir yumurta biçimi, resmin genel havasına belli bir özellik katar ve tablonun adı için bir ipucu verir.

Resim 3     Sonbahar Elçisi, suluboya, 1922

Mondrain ve Maleviç işe tasarladıkları dünyaya ulaşabilmek için soyutlamayla işe başlarken   Klee, böyle bir soyutlamayı gereksinmez. O kendini, ötekilerin nesneler dünyasını yok ederek varmaya çalıştıkları evrensel bütünün içinde, onun bir parçası olarak duyuyordu. Klee,Bauhaus ‘da verdiği dersleri bu temel düşünce etrafında toplar. Daha ilk derslerde yolunu açıklamıştır. Önemli olan “biçim değil ,işlevdir” diyor. Doğadaki nesnelerin dış görünümünü veren natüralist sanat, yüzeyde kalan bir doğa araştırmasına dayanıyordu. Anatomi, geleneklesel natüralist sanatın dayandığı temel bilimlerden biriydi. İşlev sorunları ortaya çıkınca, sanat öğretiminde fizyoloji anatominin yerine geçecekti. Sanatçı görünenle yetinmeyip, görünenin ardındaki sorunlar üzerinde düşünmeye başladı mı, işlev sorunlarını bir bütün içinde ele alarak çözümlemeye çalışacaktı.

Paul Klee,” Irmak Manzarası” (1924) ve” Balığın Çevresinde”(Resim 4)(1926) adlı resimlerinde olduğu gibi figüratif anlatımdan hiç kaçmamış, tersine belirtiği resimsel ilkelerin doğrultusunda fantastik düzenlemelere girmiştir. “Balığın Çevresinde “adlı resim, orta yerde dikkati çeken ana motifiyle basit gibi görünür, oysa bu resimde doğal ve geometrik biçimler, betimlemeler ve işaretler ilginç bir düzen içinde bir araya getirilmiştir. Bunların hepsi balığı çevrelerlerse de, bütün değişikliklerine rağmen birbirleriyle ilişki kurarlar ve birbirlerinin izlerini taşırlar. Burada buluş ve benzetme, tam olarak birbiriyle kaynaşmıştır. Bu şakacı ve ilginç resmin tümü, düşünsel olarak önceden tasarlanmış bile olsa,zeki bir sürecin ürünüdür.

Resim 4  Balığın Çevresinde,tuval üzerinde sulu ve yağlı boya,1926

Yapıtlarında dokusal nitelikleri de vurgulayan sanatçı, tuval üstünde çalıştığı gibi ,çok değişik  gereçler üstünde de resimsel düzenlemeler yapmıştır.  Alçı bir zemin üstünde , boyama ve kazıma tekniğini bir arada kullanarak yaptığı Büyülü Bahçe(1926)(Resim 5) bu tür yapıtlarına bir örnektir. Bunlarda doğal insan yapısı  ve geometrik biçimler bir arada kullanılmış, tüm bu biçimler düzenlenişlerinden doğan şiirsel bir evrende yer almıştır.

Resim 5 Büyülü Bahçe,1926

1924’te Kandınsky, Feınınger ve Jawlensky’ yle  birlikte De Blauen Vıer grubunu kuran Klee, aynı yıl Jena Üniversitesinde “Modern sanat Üzerine” başlıklı konferansında sanatın bir amaç değil bir süreç olduğunu  vurgulayarak sanatçının görüneni yansıtmadığını, onu görünür kıldığını savunmuştur. Bauhaus ‘taki derslerinde geliştirdiği kuramları 1925’ te “Pedagojik Taslaklar Kitabı” başlıklı bir kitapta yayınlayan sanatçı,1931’ de de Bauhaus’ tan ayrılarak Düsseldorf Güzel Sanatlar Akademisi’nde profesör olmuştur.Klee’nin yapıtlarının 1925 ‘te Paris’te ilk sergilenişi Sürrealistlerin desteğiyle sağlanmıştı . Sürrealistler  Klee’ in sanatını kendilerinden sayıyorlardı. Klee ‘yi tanıyan Ernst ,onun yapıtlarına hayrandı. Bu nedenle Klee’ nin bazı yapıtlarına 1925’ te ki ilk Sürrealist sergide yer verildi ve yapıtların resimleri, aynı yılın Sürrealist Devrim dergisinin Nisan sayısında yayınlandı. Klee’ nin yapıtlarında yalnız fantastik öğeler değil, yaptığı işaretlerin ortaya yeni görüntüler çıkarışında  hiç değilse belirli bir otomatizmin özelikleri de vardı.

1929’ da Berlin’deki Flechtheim Galerisinde ellinci doğum günü sergisini açtı, bu 1930’ da New York Modern Sanat Müzesinde gösterildi. Klee, 1933’te Almanya’ dan ayrılarak anayurdu olan İsviçre’ye gitti. Nazi saldırısından uzaklaştı, Bern’ e yerleşti ve çalışmalarını burada sürdürdü. Ölümünden önceki yılların büyük bölümünde sağlığı iyi olmayan Klee, bu dönemde en önemli yapıtlarını tamamlamayı başardı. Bu yapıtlar çizgisel öğelerin renkle kaynaşarak, onlara bir uyum getirdiği son derece özgün resimlerdi.1935 te Berne Kunsthaus ‘ ta bir toplu-geriye dönük-sergi açtı. Nazi baskısının başladığı yıllardan sonra giderek sağlığının bozulmasına karşın , Klee yaşamının sonuna değin etkin bir biçimde çalışmayı sürdürmüştür. Ancak resimsel öğeleri kullanış biçimi ve üslubu belirli değişiklikler göstermiş , son yıllarında renkleri daha koyu kullanmayı başlamıştır. Bu yanında ilk yılların neşeli, oyun dolu üslubu yerini acı dolu bir mizaha bırakmıştır. ”Bir Çocuğun Yazgısı ve “Kemerli Köprünün Devrimi”(1937) kabaca çizilmiş desenleri ve  tek renkli özellikleriyle hem soyut, hem nesnel biçimleri belirtirler. 1927’ de Mısır’da yaptığı  gezi sonucunda elde ettiği kaligrafik nitelikler ,bu tarihten sonra ve özellikle de son dönem yapıtlarında güçlü bir biçimde kendini gösterir. Harf izlenimini yaratan çizgiler ,aynı zamanda Klee’nin düşsel evreninde simgesel göstergeler olarakta  işlev kazanırlar.

1936 da Londra’da bir Uluslararası Sürrealizm Sergisi düzenlendi.Bu sergiye başlıca Paris Sürrealistleri ile Picasso, de Chirico ve Klee’in yanı sıra Pensore, Nash ve Moore ‘un önderlik ettikleri bir İngiliz Sürrealist gruba da yer verildi. ”Soyutçularla Sürrealistler arasındaki o büyük kavga bana son derecede gereksizmiş gibi geliyor”  diyordu.Moore.  Klee, yapıtlarının soyut olduğunu söyler. Fakat soyut sözünü, Mondrain gibi , doğadan soyutlama anlamında değil, yapıtlarını doğadaki biçimlerden ayırmak için kullanıyor. Soyut yapıtlar, biçimlendirme öğelerinin denge ve düzeniyle, bunların iyi seçilmesi, yerinde kullanılması ve aralarındaki bağlantıların belirlenmesiyle gerçekleşebilirdi. Doğadakine benzeyen bir oluşumla karşılaşıldığı için, bu soyut yapıtlar ister istemez bazı doğa formlarının çağrışımlarını uyandırabilecekti. Klee ‘ye göre, bu yüzden resim soyutluğunu yitirmez. Yeter ki seyirci bu çağrışımlara kendini kaptırarak kafasından geçenleri resimde arayıp bulmaya kalkışmasın.

1937-40 yılları arasındaki resimlerinin bazıları bir dizi olarak görülebilir.29 Şubatta  yaptığı ya da tamamladığı “Artık Gün Üzerine Natürmort”(Resim 6) bunların en güçlülerinden biridir. Bu resmin trajik bir havası olmasına rağmen, kırmızı ve menekşe rengindeki alanların canlılığı ve çizgisel düzenlemenin sağlamlığı bu havayı dengeler. Bu dizilerdeki öbür resimler, renk ve hava bakımından daha hafiftirler. Bazı başka örneklerse, açıkçası savaşı ve ölümü dile getirirler. Klee’in en son resimlerinden biride  garip bir “kehanet” havası taşır.”Siyah,Hala Yerinde”(resim 7) adlı bu resim, bir tual parçası üzerine suluboyayla kabaca yapılmıştır. Bu yapıtta Amerika’ da ki Soyut Ekspresyonist resimlerde rastladığımız ilke, içgüdüsel bir eylemin izleri vardır. Klee’in bu resmi oldukça küçüktür.

Resim 6 Artık Gün Üzerine Natürmort,Jüt üzerindeki kağıda pastel renk,1940

 

Resim 7 Siyah,Hala Yerinde,Kağıt üzerine verniklenmemiş suluboya,1940

“Güzel Çiceklik”(1939) adlı yapıtı, kumaş üstüne boya ve yumurta karışımıyla gerçekleştirilmiş, değişik gereçlerin kullanılmasıyla da büyülü etki ,dokusal niteliklerle zenginleştirilmiştir. “Ölüm ve Ateş” (resim 8)ile “Ölü Doğa” gibi 1940 ürünü yapıtları, son zamanlarda yaşadığı düşünsel gerilimi tüm açıklığıyla yansıtmakla birlikte, teknik ve biçimsel ustalığı son çalışmalarına değin yetkin bir biçimde sürdürmüştür. Bu yüzden bazı eleştirmenler son yıllardaki bu yapıtlarının tüm yaşamının en iyi ürünleri olduğunu savunurlar.

Resim 8 Ölüm ve Ateş,1940

1940’ da ölümünden önce, Zürih’ teki Kunsthaus’ ta son çalışmalarını sergiledi. Son dönem yapıtları arasında  düz bir biçimde resmedilmiş ve kabaca çizilmiş guvaş çalışmalarda yer almaktadır. 1940 ‘da ve 1941 ‘de New York’ ta önemli  Klee sergileri açılmıştı. Klee’in yapıtlarıyla, onlara benzeyen bazı Amerikan resimleri arasındaki ayrım, bu resimlerin açıklanan amaçlarıydı. Klee’in resimlerinde insanlık adına ruhsal derinlikleri araştırma girişimiyle ilgili herhangi bir ipucuna rastlamıyoruz. Siyasal ve ekonomik koşulların yarattığı bir kısıtlamaya karşı bir özgürlük savaşımının modelini kurma çabasını da hissetmiyoruz. Klee’in yapıtlarında, kendi iç dünyasını açıkladığı hemen hemen hiç görülmez. Bu eski olduğu kadar yeni, evrensel olduğu kadar da bireysel bir sanattır. Sonunda bile bir sonuca varmayan bir sanattır bu.

Paul Klee, ömrünün büyük bir bölümünü atölyesine kapanarak geçirdi. Orada, kişisel ve evrensel kesin bir senteze varmak için elindeki malzemeleri ve işaretleri, hep yeni biçimler vererek birleştirmeye çalıştı. Hiçbir akımın temsilcisi olmayan Klee, resimsel öğelerin ve düşünüşün özgür kılınması yolundaki çabalarıyla Dadacılık ve Gerçeküstücülük akımlarını büyük ölçüde etkilemiştir.Yaşamı boyunca düzenli olarak çalışmışı; resimler, desenler ve zaman zaman heykeller yapmıştır. Kendisinin on bine yakın yapıtı olduğu kataloglardan anlaşılmaktadır.Bu yapıtların bazıları soyut,bazıları figüratiftir.Bir çoğunda figüratif öğenin en sonra geldiği görülür. Ürettiği yapıtlarla  ve kullandığı tekniklerle modern sanatın seçkin ustaları arasında yer alarak 1940 yılında Muralto , İsviçre’de yaşamı son bulmuştur.

 

KAYNAKÇA

Enis BATUR,( 1998), Modernizmin Serüveni, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.

Nazan İprişoğlu, Mahzar İprişoğlu, (1993) ,Sanatta Devrim, Remzi Kitapevi, İstanbul

Nobert Lynton,(çev:Cevat Çapan,Sadi Öziş),(2015),Modern Sanatın Öyküsü, Remzi Kitapevi, İstanbul

Paul Klee, , (çev: Rahmi Öğdül ),(2002). Modern Sanat Üzerine,  Altıkırkbeş Yayınları,İstanbul

Paul Klee, (çev: Selahattin Dilidüzgün), (2005), Günlükler 1898-1918,  YKY, İstanbul

Paul Klee,( çev. Emre Özdil),  (2010). Bauhaus Ders Notları ve Yazılar,  Hayalbaz Kitabevi, İstanbul

Etiketlendi:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

dipnotsanat sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et