Ekspresyonizm’i Anlamak:Var Olana Atılan Çığlık

Ekspresyonizm,20 yüzyılın başında tüm Avrupa  ‘da baş gösteren huzursuzluk , şaşkınlık ve değişiklik isteğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bir ölçüde, şair Georg Buchner,felsefeciler Soren Kierkegaard, Martin Heıdegger ve Karl Jaaspers,psikolog Sigmun Freud, oyun yazarları August Strindberg ve Frank Wedekind gibi devrimci yazar ve düşünürlerin yarattığı fırtınalı kültürel ortamla ilişkiliydi. 20 yy. başlarında görsel sanatlarda Rönesans’tan beri hüküm sürmüş doğaya uygun betimleme anlayışından bir kopuş olan Ekspresyonizm ‘de  sanatın asıl amacı ,sanatçının duygularını ve iç dünyasını ,renk çizgi, düzlem ve kütle aracılığı ile dışa vurmasıdır. Bu duyguları daha güçlü yansıtabilmek için sanatçılar tasarımda denge ya da güzellik gibi geleneksel kavramlardan uzaklaşarak biçim bozma yöntemini yaygınlıkla uygulayacaklardır.

Ekspresyonizm  ilk olarak Empresyonizm’in karşıtı ya da Fransız sanatındaki Empresyonist ilkelerin yadsınması anlamında kullanılıyordu. Bu terim Almanya ‘da özellikle sanat alanında Empresyonizm den sonraki bütün gelişmeleri içeriyordu. Ama gene de Almanya ‘da ,genel bir anlamda kullanılmakla birlikte, bu akıma daha özgül bir görev tanınıyordu.Ekspresyonizm ,belirli bir çağ,toplum ve uygarlık görüşüyle daha çok bağlantılıydı.Bundan böyle tüm sanatsal yaratıcılık,sanatçının kendi içindeki derinliği yansıtması olmalıydı.Yapı artık dış dünyanın gerçeğini konu etmiyordu, başka bir gerçeği yani sanatçının gerçeğini savunuyordu.Sanata düşen görev günlük raslantısal ussal gerçeklerin yarattığı baskıların çözülmesini sağlamaktı. Bunu, kişisel yaratacılık ve düşsel bir itici güçle,yeni sanatla, yeniden kurmayı başarmak istiyorlardı..Onlar  için salt gerçek kişinin içindeydi.Bu nedenle ekspresyonizm Natüralizme karşı bir tepki olarak hız kazandı.

Empresyonizm’in simgelediği geleneksel gerçek kavramına karşı gösterdikleri hoşnutsuzluk,bu yeni kuşağın niteliğini belirlemektedir.Bu sanatçılar,dış görünüşlerin betimlemesinin gerçeğin yalnız bir yüzünü içerdiğini,nesnelerin ruhuna inmediğini biliyorlardı.Onlar,hem gözlemledikleri nesnenin en ince ayrıntısına değin çözümlenmesinin,hem de düşünsel işlemlerin betimlenmesinin, varlığın tümünü anlatmakta yetersiz kaldığını anlamışlardı.Eserlerin de  çarpıcı renkler, figürlerde etkili betimlemeler  ve özellikle onları çarpıtmalar dikkat çekiyordu.   Beceriksizce denen  desen,  sanatçı  istediği için öyleydi. Alışılagelmiş hayatlarda   tepki vermeyi öğrenebilmek için izleyicinin sanatlarını kullanmasını ,onunla şehir hayatının öldürücü baskısına karşı koymanızı istiyorum der sanatçı. Sanat ancak sizin gerçek kimliğinizi bulmanıza yardım ediyorsa anlamlıdır.

İç dünyasını renk ve çizgilerle dışa vurmuş ,sanatçıların başında gelen Van Gogh ‘a Fransa ‘da dışavurumcu anlatımın öncüsü olarak bakılır.  Ekspresyonistler bir hiçten başlamamışlar,Cezanne, van Gogh ve Matisse’den teknikler almışlar,Empresyonizmin etkilerinden uzaklaşmışlardır.Ekspresyonist sanatın gelişiminin temelinde ki koşullar,Seurat,Gauguin ve Van Gogh’u düşündüğümüzde açıkça ortaya çıkmaktadır.Empresyonizme ve daha genelde natüralizme karşı olan bu baş kaldırış,yeni estetiğin kilit noktası oldu.Ekspresyonizmin ilk ve en önemli anlamı budur.

Ekspresyonizm’le Fovizm arasındaki biçimsel ve anlamsal farklar;

Doğalcılığın karşıtı olan biçim ve renk aracılığıyla ,duygusal ve ruhsal düzeyde heyecanlar yaratan nitelikteki resimler,toplu olarak ilk önce Paris’te  1905 te Salon’d automme de açılan sergide ortaya çıktı. Matisse ,Rouault,Vlaminck ve diğer  Fov ressamların eserleri yer alıyordu.İçlerinden Vlaminck’in sanatı ile bazı Alman ekspresyonistlerinin sanatı arasında bir benzerlik görülebilir. O da, Alman ekspresyonistleri gibi, akademik bir sanat eğitimi ile canını sıkmamıştı. Sanatçı, kişiliğinin akademik bir sanat eğitimi ile sakatlanmamış olmamasıyla övünüyordu. Ama  Ekspresyonizm’de  Fovların yaptığı gibi,sanatsal gerçeğe kuşkuyla varmak için duygu belirsizliklerine ve kargaşasına önem vermeyen bir başka seçenek daha vardı.

Gerçek bir Fransız Ekspresyonist sayılan Rouault bu yolu izledi.Rouault, Fovistlerle yakın bir ilişkide bulunuyor,onların sergilerine katılıyor fakat resimleri insanın sorunlarıyla doluydu, varoluşcu bir acıyı yanıtlıyor ve toplumu suçluyordu. Oysa ki Fovistler en şiddetli yapıtlarında bile belli bir tasarım  uyumuna bağlı kalarak  rengi lirik ve bezemesel nitelikte kullanmalarına karşın,Alman dışavurumcuları şiddeti,şiddet uğruna irdelenmiş, renk ve biçime psikolojik ve simgesel anlamlar yükleyerek  var olan düzene karşı çıkmayı amaçlamışlardır.Ekspresyonizm, Almanya’da sık sık değinilmesine karşılık, Fransa’da ender olarak kullanıldı. Matisse Ekspresyonizmin önderi olarak gösteren Theodor Daubler , Matisse’in 1909 tarihli “ressamın notları “ adlı yazısında “Herşeyin üstünde kendime” Expression” için bir yol arıyorum” sözleri, Alman Ekspresyonistlerin amaçlarına ters düşen başka önergelerin eşliğinde olmasına karşın, Ekspresyonizim sözcüğünün oluşmasına katkısı hiçte olanaksız değildir.

Almanya’da Ekspresyonizm’i hazırlayan ön  koşullar;

Almanya ‘da Dışavurumculuk bir varoluş sorunsalından kaynaklanmaktaydı.Sanatçılar yeni bir dünya düzeni  kurma çabasındaydılar.Ekspresyonizim  Die Brücke ve Der Blaue Reıter tarafından da benimsenmiştir. Öncelikle Ekspresyonizm,bunalımlı bir dönemin duygularından ayırt edilemez.Bu bunalım 1905- 1914 arasında yazan,resim yapan ve oyun sahneye koyan bir kuşağın tüm üyeleri tarafından baştan başa yaşanmış ve dile getirilmiştir.Sanatçılar,bir huzursuzluk ve gerçekleştirme gücü yoksunluğu duyuyorlar, gözleri önündeki gerçekten hoşnut kalmıyorlardı.Temelleri sarsılan Almanya’ nın sanayileşmesinde ki gelişmesinin sonuçlarının acısnı çekiyorlardı. Kırık  dökük insan ilişkileri, kentlerdeki yaşamın delice hızı köleliğin her çeşiti değer ölçüleriydi. Ekspresyonistlerin yapıtlarında seçtikleri konu ve biçim yoluyla yüzeye çıkan şey buydu. Ekspresyonistler ayaklanmadan yanaydı ..Hepsi,aileye ,öğretmene,orduya,İmparatora ve bu kurulu düzenin tüm yandaşlarına karşıydılar.Öte yandan tüm aşağılanmış yaratıkların,düzenin kıyısında kalanların,ezilmişler topluluğunun,yoksullar,genel ev kadınları,akıl hastaları ve gençlerin dayanışmasını savunuyorlardı..

Die brücke(Köprü)

1905 önemli bir yıldı.Dresden’de Die Brücke kuruldu.Ne var ki etkinlikler Paris’te olduğu gibi bir noktada da yoğunlaşmadı. Bireyler arasında bölünüp ayrı yerlere dağıldı. Bağımsız bir gelişim gösterdi: ama yine de Avrupa’daki genel durumla ilişkili kaldı. Almanya ‘da ki Die Brücke sanatçıları figüratif bir dil benimsemiştir ve Almanya da’ki gelişim Fransa’ya koşuttur.Dresden’de 1905 yılında Die Brücke’nin kurulması Almanya da’ki kültür yaşamının değişiminde dönem noktası olarak kabul etmek doğaldır. Bunu,bir mimarlık öğrencisi olan Ernst Ludwing Kirchner başlattı. Daha sonra öteki sanatçılar katıldı: Fritz Bleyl, Erich Heckel ve Karl Schmidt –Rottluff ve 1906 da Emile Nolde. Nolde on sekiz ay sonra ayrılmıştır. !906’da İsveçli Cuno Amiet ve Finli Axel Gallen-Kallela, Max Pechstein   gruba girdiler.1906-1912 arasında Max Pechstein,1910’dan sonra da Otto Mueller onlardan biriydi. Berlin’ de yaşayan Otto Mueller ‘de bu çerçeveye alındı.

Bu süreçte, Munch ve Ensor ‘un yapıtları özgün Alman öğeleri sağlıyordu. Edward Munch(1863-1944),Paris’te Van Gogh ,Gauguin ve Toulouse –Lautrec’in çevresinde önemli dürtüler aldı. Çalışmalarında bu izlenimleri duygusal bir açıdan geri verdi; resmini Kuzey Avrupa’nın iki yüzlülük melonkoli ile beslenmiş bir Ekspresyonizmine döktü. Norveçli ressam Munch’un 1893 tarihli” Çığlık “ adlı eseri, akımın öncü örneği kabul edilir. Gizemli güçlerle doldurulmuş doğa görünümleri,karanlık etkilerle yoğrulmuş insanlar, korku, nefret, kıskançlık, yalnızlık, ölüm gibi konuların işlendiği resimleri, yazgısının gittikçe kötümserleşen görüntüleri oldular. Munch’un sanatının,hem duruluk, hem de açıklıkla yoğrulmuş olan bu içten gelen çığlığı ,kendini açığa vurması, sinirliliği ve baskı altında tutulan ruhu, yüzyılın başında bir yol göstericiydi. Munch aynı zaman da Alman Ekspresyonizm’de tahta oymacılığının canlandırılmasına da önemli bir hız kazandırmıştı.

Die Brücke de   dikkat çeken diğer sanatçılar Paula Modersohn-Becker,Christian Rohlfs ve Emile Nolde’ ydi. Emile Nolde, kır yaşamıyla bağlantıları en güçlü biçimde yansıtmıştır .Sürekli olarak fırtınaların ve hırçın bir denizin tehditi altında bulunan ıssız bir doğa da büyümüştü. Doğanın biçimleri düş gücüne çoğu kez hortlaklar ve cinler biçimini aldı. Nolde yalnız içgüdüsüne güveniyordu .Kendi düşünsel ve ruhsal sezişlerini dışavurumcu görüntüye ekleyerek, doğanın biçimini değiştirmeyi başardı Nolde,kişisel dışa vurumculuğunu yoğunlaştırmak yolunda başarı sağladığı bu çoşkulu renk fırtınalarıyla Die brücke ‘yi yoğun olarak etkiledi.Bu etkiler Die Brücke grubunun 1906 da düzenlediği bildirimin amacına tam uygundu.

Tüm sanatçılar Dresden’de bir işçi mahallesinde durmaksızın çalıştılar. Resimler doğrudan doğruya yaşam ve deneyle doldurabilecek nitelikteydiler . Yaşamla sanatı bir uyum içine sokmaya çalışıyorlardı. Dresden’deki sergiler yoluyla sanatçılara sanatsal güdü ve örnek sağlandı. Yaz aylarında birbirlerinden ayrılarak kendi başlarına öğrendikleri şeylerle birbirlerini karşılıklı etkilemeleri başka  bir esin kaynağına dönüşüyordu. Doğa görünümleri, çıplak ve doğanın bir parçası olarak doğa içinde çıplak, Die Brücke için önemli konulardı. Sirkler ve dans salonları da yoğun yaşamın dışa vurulduğu yerlerdi. Doğaya yakınlık ve abartma kentsoylu davranışların geleneksel biçimlerinin üstesinden gelmek için bir çok olanak sağlıyordu. Yeni insana doğru giden yolda belirtikleri evrenselliği ve nesnelliği betimleyebilmek için, renk nesneyi tanımlama işlevinden tamamen kurtararak bağımsız kılındı.Katışıksız olarak dışavurum için kullanıldı.

Die Brücke’in programı, Nietzsche ve Bergson’ dan etkilenerek, sanatçıların kendilerini yaşam öğelerinin ana kaynaklarına kaptırmalarına izin vermeleri için olanak hazırladı. Var olan düzeni değiştirme isteği, yaratıcı dürtülere öncelik veren bir kişilikle birleştirildi. Kirchner ‘in sorumlu olduğu bu durum, Die Brücke ressamları tarafından yapılan birçok resimde görülür. Altı yıllık birlikte çalışma sürecinde  bireysel sanatçıların kişilikleri o denli belirginleşti ki, bir araya gelmeleri için herhangi bir içsel gereksinim kalmadı. Gruptan ilk olarak Max  Pechstein ayrıldı. 1911 de sonunda Die Brücke artık dağılmaya yüz tutmuştu. Grup 1912 de dağıldı.1913 ‘te resmi olarak kaldırıldı. Her biri bağımsız olarak çalışmaya başladı. Ancak onları birbirine tutan tek şey, sanatta olduğu gibi, insan ilişkilerinde de birlikte yaşadıkları mutlak doğruluk, kararlılık ve sorumluluk ilkesidir.

Die Brücke sanatçıları, 1911 de, I.Dünya Savaşı öncesindeki son yıllarda bu modern sanat çabasının yoğunlaşacağı Berlin’e yerleştiler.Kirchner, çevresel değişimlere en sert tepkiyi gösterdi ve modern kentte ki kızgın, kötü ve yapay öğeleri gergin ve etkileyici resimlerde betimledi. Dostoyevski, Nietzche, Freud ve başkaları Ekspresyonistlerin görsel sanatlarda yapmaya çalıştığı pek çok şey için sözel açıklamalar ve gerekçeler sağlamışlardı.Wagner’in, Strauss’un, Mahler’in ve öbür bazı bestecilerin müziği de de operada ve konser salonunda halka sunulduğu için, toplumda kazandığı saygınlıkla Ekspresyonizm duygusal karşılıklarını bulmaya başladı. Halkın Brücke sanatçılarına yakınlaşabilmesi bayağı zaman almıştı. Almanya’nın başkenti olan ve giderek kültür merkezi olan Berlin’ e yerleşmesiyle onları daha kalabalık bir uzman sanat sever kitlesi tutmaya başladı. Birinci dünya savaşının ,insanların yerleşmiş düzene  duydukları güveni sarması üzerine de oldukça yaygın bir üne kavuştular.Ancak 1930’ ların baskı düzeni, her türlü ekspresyonist sanatı komünizimden esinlenen korkunç yapıtlar olmakla suçladı.1938 yılında,Nazilerin Alman müzelerinde bulunan 639 yapıtına el koymalarından bir yıl sonra Kirchner kendi canına kıydı.

DER BLAUE REİTER (Mavi binici)

Münih’te Kandinsky ve Franz Marc çevresinde başka bir grup , Der Blaue Reiter(Mavi Binici) doğuyordu. Bu yeni grubun Die Brücke ile kavram ayrılıkları belirgindi. Der Blue Reiter sanatçıları soyut anlatımı yeğlemiştir.Die Brücke benimsediği figüratif anlatımda amaç gerçek yaşamın karmaşık ve acı dolu duygularını yansıtmaktı.Soyut anlatım da da mutlak özü ve yaşamın şiirselliğini yansıtacak yeni biçimler bulmaktı.“ Der Blaue ReiterKandinsky ile Marc ‘ın 1912 de yayınladıkları genellikle plastik sanatlarla ilgili fakat aynı zamanda da müzikle ilgili yazı ve resimleri içeren bir yıllığa verdikleri addı.Bu yıllık Goethe’in bir sözünü ilke olarak benimsiyordu: Goethe 1807 yılında resim sanatının müziğe destek olan herkesin benimsediği yerleşmiş bir temel kuramdan yoksun olduğunu söylemişti. Der Blaue Reiter  adlı yıllığın üstü kapalı bir şekilde sunduğuna göre bu sorunun yanıtı her türlü sanat biçimlerinin gözden geçirilmesi , sanatı sanat yapan ve kalıcı olan niteliklerin saptanması, sanatı geçici, sınırlı işlevinin anlaşılması ile ortaya çıkarılabilirdi.

Der Blaue Reiter’ in örgütlenmesi daha yapaydı.Ne var ki ikisi de Natüralizme, Empresyonizm’e karşı çıkıyor,sanatçının içgüdüsel güçleri üzerinde duruyordu. 1912’ de çıkan Der Blaue Reiter yıllığı,bir program sunmaktan çok, yerleşmiş olayları tanımlayan bir yayındı. Rusya,Çin,Borneo,Kamerun,Uzak doğu Adaları ve Yeni Kaledonya’dan Kandinsky tarafından özenle seçilmiş resim ve baskıların yer aldığı bir içeriğe sahipti.Franz Marc,”DerBlaue Reiter in ikinci yıllığı için hazırladığı, ama yayınlanmayan, bir  önsözü yazısında Ekspresyonistlerin sanatsal çabalarıyla, yükledikleri toplumsal anlam arasındaki ilişkiyi dile getirmişti. Yaratıcılık serüveni,geçmişte olan bağların tümüyle kopmasına bağlı olduğu ancak böyle yaparsak çağımızın zorluklarıyla başa çıkabileceğimiz söyleniyordu. Eğer iki ayağımızın üstünde durmaya hazırsak, bizi ana rahmine bağlayan göbek kordonunun kesilmesi gerekir ,diyorlardı.

“ Yeni Münih Sanatçılar Derneği “in den ayrılan  grup üyelerinden Kandinsky, Marc ve Münter, Der Blaue Reiter’in açtığı ilk sergiye katıldılar.Bu çok çabuk ve oldukça rastgele toplanmış sergide  özellikle Rousseau, Delaunay, Campendonk ,Macke ve sergiyi düzenleyenlerin yapıtları yer alıyordu. Der Blaue Reiter adıyla 1912 ‘in martında açılan son sergide,   Münih ‘li sanatçıların, daha önce sergi açmış Fransız sanatçıların, Die brücke grubunun ve Malevitch, Nolde ‘in işlerini içeriyordu. Bu etkinlikler arkasında birleşmiş bir grup olmadığı açıktır ve üstelik böyle bir grubun oluşturulması için de bir girişimde bulunulmamıştır.Ekspresynizmin önemli temsilcilerinden,  Robert Delaunay, Ekspresyonist bir görüntü üretmek amacıyla, dinamik bir dışavurum için kullanılan çarpıtmaları ve çalkantılı renk ritimlerini bir arada kullandı. Bu uslup,kıymıklara ayrılmış hissini vermesi ve ileri atılan çizgileri dolayısıyla Ekspresyonist sanatın en sevilen örneği oldu.Etkisi 1920’lere değin Alman sanatında yaygınlaştı. Der  Blaue Reiter grubunun bir üyesi olduğu dönemde Klee,Ekspresyonist  bir sanatçı sayılmıştır.

Ekspresyonizmi biraz daha ileri götüren yeni itki ,en çok Kandinsky den geldi. Ayrıca resmin nesneden kökten koparılmasını amaçlayan Jawlensky,Marc ve Klee gibi sanatçılardan da kaynaklanıyordu. Der Blaue Reiter sanatçıları düpedüz Ekspresyonistti .Böyle olduğu halde Franz Marc,August Macke ve Kandinsky ‘nın Eksptesyonizim den ayrılmaları,Kübizm akımına karşı kayıtsız kalmamış olmalarından ileri gelmektedir. Birinci Dünya savaşı bu gelişime son verdi. Kandinsky Rusya’ya döndü.Jawlensky İsviçre’ye sığındı.Macke ve Marc Fransa’da öldüler. Birinci dünya savaşının kıyımı içine atılan bu sanatçılar 1916’ dan başlayarak, barış yanlısı bir eğilim gösterdi.Savaşın sonunda yeniden canlanma yeniden kurulma gibi sözleri geçerli kıldılar.Acımasızlıkla yüz yüze kalınca birçok kişi muhtemel bir çözümün temelini ütopyacı ülkücülükte olduğunu düşündü. Herbert Kühn 1919 da “Sosyalizm gibi, Ekspresyonizm’ de nesne’ye,entelektüel barbarlığa,makineye ve merkezileşmeye karşı olduğunu,söylüyordu.

Sosyalizm’de,Ekspresyonizm de aynı ruhsal davranış içindeydi.Dünyaya göre aynı yerde duruyorlardı.Yalnız eylem alanındaki ayrılıkları onların ayrı adlar taşımalarını açıklayabilir. Bu düşünceler uzlaşmazlık içindeydi. Örneğin komünizme yönelik olan siyasal gelişimi 1920 sonlarına rastlayan Herwarth Walden,sanata siyaset katılmasına karşı  çıkmıştı. Ve ekspresyonist olarak bilinen herkes tarafından paylaşılmıyordu. Bu düşünceleri paylaşan kişiler arasında da ülküsel açıdan farklılıklar vardı.Devrimci yanılgıların bu akımın dağılmasını çabuklaştırdığı bir gerçektir.Yıkılış ve çöküş 1919-20 arasında başladı.Sanatçıların kimisi us dışıcılığa ötekiler ise zamanın havasına uydular.İkinci grubun içindeki sanatçılar ,devrimci siyasal örgütler kurdular.

Alman Ekspreszyonizmin sonunu kuşkusuz tarihsel koşullar saptamıştır.Artık gücünü haketmişken, başka bir bunalım bu akımın ölümünü hazırladı: savaş sonrası dönemin para bunalımı ve yoksulluk. Sanatçılar ve halk arasında bağlar kopmuştu. Almanya açlık içindeydi ve sarsılmıştı. Ekonomik baskılar yüzünden yaratıcılık yeteneğininde yok edilmesine tanık oldu. Ekspresyonist ortamda yasayan birçok yazar ve sanatçının,yaratıcılıklarının bir başka dönemine geçerken ,yaklaşımlarında daha önceki benliklerinden birşeyler korudukları açıktır.1920 ‘lere kadar Avrupa’da etkin olmuş ama 1930 larda  Nasyonel Sosyalizm tarafından bütün modern eğilimlerle birlikte yoz sanat olarak reddedilmiştir

Ekspresyonizm’in yansımaları ve çağımız sanatına etkileri;

Alman Ekspresyonizmi dışavurumcu düzenlediği sayısız programa karşın,edebi ve sanatsal bir okulun bütünlüğünü sunamamıştır.Bir akım olarak kabul edilişi Fütürizm ve Kübizmin aksine bir ilke örgüsüne dayanmayıp,yaşamın tüm yönlerini etkilediği içindir.Ekspresyonizm estetik bir akım olarak sınırlandırılamaz.Ekspresyonizm de bir dünya görüşü başarıya ulaşmıştır.bu görüş gruplara ve bireylere göre değişen şekillerde sunulmaktaydı ancak bu belli bir tarihsel dönemin daha doğrusu 1910-1925 Almanya sının bir parçasıydı.Fransa’ya gelince, ekspresyonizm uzun süre bilinmeyen bir kavram olarak kalmıştır .İki savaş arası döneminde Almanya’dan getirilen bu akımın ,Fransız ortamına uyarlanması ve o zamana değin var olan türlerin arasında resimsel bir anlam kazanması gerekiyordu.Ayrıca alman ırkına karşı tepki o denli güçlüydi ki kültür ürünleri çoğu kez yanlış anlaşılıp kötüleniyor ve böylece bu akımların kabul edilebilir bir tanımı ortaya çıkamıyordu. Ayrıca Fransız sanatçılar biçimsel mantığa bağlı kalırken, Almanlar  toplumsal tepkiden  çoskulu bir tinselliğe kadar her türlü duygusal çalkantının özgürce dışa vurmasına olanak tanımışlardır.

Ekspresyonizm’i salt plastik sanatlara adanmış bir uslup olarak kendimizi sınırlandırmamalıyız.Ekspresyonizim günümüzde de yaşamaktadır.Hollanda ‘da Cobra grubu,Amerikalı Pollock,Fransız Francis Gruber ve Bernard buffet,Danimarka ‘da Asger Jorn ve başkaları 1945 ‘den bu yana bu akımın içinde düşünülmüşlerdir. Taşizm ve soyut –dışavurumculuk gibi çağdaş sanat eğilimlerinin oluşumunu etkilemiştir.Ekspresyonizm genel olarak tarihsel bir öncü olarak kabul edilmektedir.Bu kapsamıyla 1960’lar da yeniden ortaya çıktı.Çağın tüm yaşayan eğilimlerinin buluştuğu noktada da oldu.Hiç bir eğilim yada akım,çağının toplumsal ve bireysel sorunlarıyla bu denli iç içe olmamış,karşıtlıklarının köküne inmek için böylesine çaba gösterip onları zorlamayı ve yenmeyi denememiştir.

 

KAYNAKÇA

BATUR, E.( 1998). Modernizmin Serüveni. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.

CREPALDİ, G. (2004),Artbook Ekspresyonizm, (çev: Durdu Kundakçı), Dost Kitapevi,Ankara

İPRİŞOĞLU,N.İPRİSOĞLU M.(1993),Sanatta Devrim,Remzi Kitapevi,İstanbul

LYNTON, N.(2015), Modern Sanatın Öyküsü(çev.cevat çapan,sadi öziş), Remzi Kitapevi, İstanbul

RAGON, M. (2009). Modern Sanat, (Çeviren: Vivet Kanetti),Cem Yayınevi, İstanbul.

RİCHARD, L.(1991). Ekspresyonizm Sanat Ansiklopedisi,(Çeviren: Beral Madra, Sinem Gürsoy, İlhan Usmanbaş). Remzi Kitapevi, İstanbul.

WOLF, N. (2005).Dışavurumculuk (Ekspresyonizm). (Çeviren: Mehmet Tahsin Yalım), Remzi Kitapevi, İstanbul.

Etiketlendi:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

dipnotsanat sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et